Sırtçantalılar Grubu’ndan Buket Uzuner, Onur İnal ve Ömürden Sezgin ile yapılan röportaj “Sınır Tanımayan Gezginler” başlığıyla 25 Temmuz 2010 günü Sabah Gazetesi Pazar Eki‘nde yayımlandı.
Melis Çalapkulu imzalı röportaj:
Sınır tanımayan gezginler
Onlar sınır tanımayan gezginler. Kimi işinden istifa edip aylar sürecek Güney Amerika yolculuğuna çıkmış, kimi gitmek istediği ülkeden bir üniversite bursu ayarlamış. İnternet üzerinden kurdukları Sırtçantalılar adlı grubun çatısı altında bir araya gelmişler, deneyimlerini, görüşlerini; yazı, fotoğraf ve videolar eşliğinde paylaşıyorlar. Amaçları tatil değil, keşfetmek. Hatta ‘pahalı pasaport harçları’ gibi konularda sivil toplumun sesi de oluyorlar. Grup 2008’de kurulmuş. 27’si yurtdışında yaşayan, yaşları 18-65 arasında değişen ve sayıları 247’yi bulan gezginden oluşuyor. Aralarında, seyahat kitaplarıyla da tanınan yazar Buket Uzuner de var. Kendilerini, ‘üzerinde güneş batmayan topluluk’ diye tanımlıyorlar. Sırtçantalılar ve ‘Sonradan gurmeler’ gruplarının müsebbibi Ömürden Sezgin, ODTÜ Endüstri bölümünden mezun, iflah olmaz bir gezgin. Sırtçantalılar’ın kurucu üyelerinden Engin Kaban hâlâ Patagonya’da olduğundan Ömürden Sezgin, diğer kurucu üye Onur İnal ve onları destekleyen, ‘ilk sırtçantalı gezgin’liğiyle de tanınan yazar Buket Uzuner’le Haydarpaşa Gar’ında buluşup ‘gezginlik’ üzerine söyleştik.
Seyahat bir yaşam biçimidir
– Nasıl kuruldu Sırtçantalılar?
– Ömürden Sezgin: Onur, ben ve şu an Güney Amerika’da olan Engin Kaban kurduk. Biz 2002 yılında Engin’le bir yurtdışı gezisinde tanıştık. Onur Amerika’daydı. Hiç bir araya gelmeden, internet üzerinden bir grup kurmak istedik. Amacımız benzer arkadaşlarımızı bir araya getirebileceğimiz bir çatı oluşturmaktı.
– Benzer arkadaş?
– Ö.S: Hep seyahat etmeyi seven, çantasını kaptığı gibi çıkan ve ucuza seyahat eden insanlar.
– Onur İnal: Meslek sahibi insanlarız çoğumuz. Ama her şeyden fırsat yaratıp seyahat eden insanlarız.
– Buket Uzuner: Ben bu gezgin gençlerle geçen kış tanıştım. Hem gezginlik hem ODTÜ’lülük akrabalığımızı düşünerek benden Seyahatnamem adlı gezi kitabına önsöz yazmamı rica ettiklerinde onların farkına vardım. ‘Bu kitabın satışı da ODTÜ burs havuzuna gidecek,’ dediklerinde seve seve katkıda bulundum. Sonra onların, benim ta 1980’lerde hayat felsefesi edindiğim, ‘Az parayla çok yol yapar, çok merak ve cesaretle çok ülke gezilir’ ilkesine sahip olduklarını anlayınca grubun parçası oldum. Bana bir gece ‘Grubumuza hoşgeldiniz Buket Uzuner’ diye nazik bir not yolladılar. Ben de sabaha karşı bir yazı üzerinde çalışıyordum, bu mesaj beni ilk kez yollara çıktığım 20’li yaşlara götürdü. Daha burada sırt çantası bulamazken, annemin çadır bezinden evde sırt çantası diktiği zamanlara… Hemen Sırtçantalılar’a ‘Çocuklar ben 20 yıldır sizi bekliyordum, asıl siz hoşgeldiniz!’ diye bir yanıt yolladım. Sanıyorum, seyahat, gezginlik derken ne demek istediğimi ‘nihayet’ anlayan kuşakla buluştum.
– Ö.S: Bizim için öncelikli olan keşfetmek. Ben mesela iki yıl çalıştığım işimden istifa edip Uzakdoğu’ya yerleştim. Burs buldum. Grubumuzdaki diğer insanlar da aynı mantıkta.
– B.U: Yani burada bahsedilen klasik anlamda yan gelip yatarak tatil yapmak değil. Dünyayı gezerek çalışmak, çalışırken tatil yapmak, seyahati bir hayat biçimi haline dönüştürebilmek! Seyahat yalnızca tuzu kuruların işi değil, artık inter-rail ucuz tren seyahati serüvenine Türkler de katılabiliyor. İşte bu Sırtçantalılar’ın kimi, yeri geliyor işini, maaşını bırakıp gidiyor veya gittiği yerde iş buluyor. Benim bu grupla ilişkimin asıl sebebi de bu benzer dili konuşuyor olmamız. İşte tatil yapmakla, gezginlik arasındaki en önemli fark böyle bir şey.
– Hepimizin içinde aslında zaman zaman ‘Her şeyi bırakıp gitme’ duygusu var. Ama kimi cesaret gösterebiliyor kimi gösteremiyor.
– Ö.S: Bazı şeyleri ertelememek lazım. Bu grupla beraber toplumda daha fazla kişiye ulaşma şansımız oldu. Tek başına ‘Ben gideceğim,’ dediğiniz zaman aileden baskı geliyor örneğin, ‘Nereye? O kadar okudun şimdi de çalış, elin ekmek tutsun,’ diye, ama bu grupla beraber aynı zihniyetteki insanlar bir araya gelince o mahalle baskısına karşı çoğunluk oluştu.
– B.U: Bizim kültürümüzde seyahat nedense sadece tatil gibi görülür, yani işsizlik durumudur bir bakıma… Halbuki seyahat de kendi başına ciddi bir iştir. Batı kültürlerinde yüzlercesi varken bizim mesela Evliya Çelebi’den başka önemli gezgin-yazarımız yoktur. Nobelli Amerikalı yazar John Steinbeck’in bir gezi kitabı vardır, Charlie ile Yolculuklar adında. Steinbeck epey yaşlı bir döneminde kamyonetiyle Amerika’yı geziyor tek başına. Charlie de köpeğinin adı aslında. Bilirsiniz edebiyatçıların seyahatnameleri de edebi lezzet taşır. Şöyle anlatıyor: ‘Ben eski kamyonetim ve köpeğimle ülkeyi baştan başa gezer, yeni insanlarla tanışırken, yaşıtım insanlar benim arkamdan bakarken gözlerinden bir an için geçen o kıskançlığı gördüm. Ve yaptığım da bir şey değil aslında. Ama onları öyle zincirleyen bir şey var ki, yola çıkmalarına engel oluyor. Seyahat için gerekli özgürlük ruhundan yoksunlar.’ İşte bütün mesela o. O riski alabilecek kadar istemek.
– Ne zaman başladı sizde bu gezme hali Buket Hanım?
– B.U: Dünyayı gezmeyi çok arzu eden bir çocuktum. Ailemin ekonomik şartları bana seyahat etme şansı vermediği için ben de farklı ülkelerdeki üniversitelerden eğitim bursları alarak (moleküler biyoloji ve çevre bilim konularında) 15 yıl dünyayı dolaştım, farklı ülkelerde yaşadım, özellikle ‘inter-rail’le uzun tren yolculukları yaptım. 1980’lerde tek başına seyahat eden başka Türk kızı var mıydı bilmiyorum. Zaten ilk seyahat kitabımın adı, Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları’dır.
– Peki sizler ne iş yapıyorsunuz?
– Ö.S: Ben pazarlama ve marka üzerine çalışıyorum. Ama marka sözü yanlış anlaşılmasın, İstanbul da bir marka örneğin. Mesela bir havayolu firmasına danışmanlık yapıyoruz şimdi.
– O.İ: Ben de 30 yaşıma geldim ama hâlâ öğrenciyim. Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdim, sonra Koç Üniversitesi’nde Anadolu uygarlıkları üzerine yüksek lisans yaptım. Bu arada Türkiye’yi ve Avrupa’yı adım adım gezdim. Akademisyenliğin gezme tutkusunu tatmin edecek en iyi meslek olduğuna karar verdim. Arizona Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktora yapıyorum şimdi. Bol bol konferans, araştırma oluyor, ben de o sayede geziyorum. Ayrıca seyahat kültürü üzerine yazılar yazıyorum.
Çok kişi gezmek eğlenceli ve ekonomik
– Peki yalnız gezmeyi mi tercih edersiniz?
– B.U: Bu herkese göre değişir. Kimi insanlar grupla seyahati seviyor. Ben çoğunlukla yalnız seyahati tercih ediyorum. Kararsız ve ağır kanlı insanlarla seyahat beni kahreder. Bir de insan kendisini ve arkadaşlarını yolculukta daha iyi tanıyor. Bence bütün büyük gezginler yalnızdır.
– Ö.S: Çok kişi gezmek benim için ekonomik. Dört kişiysek pek çok masrafı dörde bölüyoruz. Ama sorunlar da yaşanıyor tabii.
– O.İ: Engin Kaban’ın yaptığı da çok zor mesela. Aylardır tek başına geziyor.
– Nerelere gittiniz bugüne kadar?
– Ö.S: Ben üniversiteden başladım gezmeye. İlk yurtdışı gezisine üniversite ikinci sınıfta gittim. Avrupa’da bir oluşum vardı, öğrencileri çağırıyormuş, atladık gittik. Avrupa’dan bin tane genç buluştu. Tabii öğrenciyken zamanınız bol, paranız az. İşe başladıktan sonra da tam tersi. O yüzden radikal bir karar alıp, mesela altı-yedi ay doya doya gezebilmek için istifa etmek lazım. Ben de onu yaptım işte bir dönem. Bir de tatillerinde fırsat bulup gezenler var. Kısa zamanda çok yer görmeye çalışanlar. Yine sırtçantalılar mantığından bahsediyorum yani. Üçüncüsü de iş gezisi. Burada da amaç, gittiğimiz yerlerde o bölgeyi keşfetmek.
– B.U: Bir de gezginlikle ilintili olarak yanlış kullanılan bir egzotizm kavramı var. Hani ‘Hindistan’a gittim çok egzotikti!’ diyen Türkler var ya mesela… Egzotizm zaten ilk kez Batılıların yarattığı, ‘uzak ve bilinmeyen’ anlamında kullanılan bir kavram. Kendi ülkemize Ortadoğu dememiz kadar, bize kaosuyla, mistisizmiyle, yoksulluğu ve kötü trafiğiyle benzeyen Hindistan’a egzotik demek de, cehalet olmasa bile aymazlık bence. Yahu kendi durduğun yer senin başlangıç, sıfır noktandır. O halde nasıl Ortadoğu oluyorsun? Biz İngiltere’ye veya Fransa’ya göre Ortadoğu’dayız, Hindistan onlara göre egzotik, bize göre İsveç, Norveç egzotik… İşte seyahat insana bunları da düşündürüyor.
– O.İ: Bizim gibi gezen insanlar için, Avrupa’ya birkaç kere gittikten sonra ilginç olmaktan çıkıyor. O zaman farklı arayışlara başlıyorsun. Güney Amerika, Afrika…
– Ö.S: En son buluşmamızda Etiyopya’dan bahsetti mesela bir arkadaş. Hiç aklımda yoktu oysa. Türkiye’de hep ‘Avrupa’ya bir gideyim önce…’ algısı var. Üstelik vize almak sorunlu. Halbuki vizesiz gidilebilen çok yer var.
Dünyanın her yerinden anı biriktirdik
– İlginç anılarınız var mı?
– Ö.S: Avrupa’da çalıştım ben bir dönem. Orada Türklere bakış açısı şudur: ‘Taksi şoförü ya da dönercidir.’ Ama Tayvan’da, hayatımda ilk defa bir Türkün saygı duyulan bir noktada olduğunu gördüm. Ben bir arkadaşımla birlikte burs alıp Çince öğrenmeye gitmiştim Tayvan’a. O hâlâ orada zaten, sinema sektörüne filan girdi. Beni bile sokakta çevirdiler, iki üç kere reklam filminde oynadım. Benim adım da orada çok farklı söyleniyor. ‘O Mo Dan’ gibi bir şey diyorlardı. Sonra bir adam bana soruyor ‘Adını niye ağaç koydun?’ diye. Meğer ‘dan’ ağaç demekmiş. Onların hepsinin İngilizce ismi de var. Adama adını soruyorsun ‘Jack,’ diyor mesela. Bana da bakıp ‘Tamıla kırısı’ diyorlardı. Tom Cruise’a benzetiyorlarmış. Kızlar beni görüp ‘Aaaa, Tamıla,’ diyorlardı. Adamlar gelip dokunmaya çalışıyorlardı.
– B.U: Benim Cezayir’de yaşadığım yıllarda başıma şöyle hoş bir şey gelmişti: Tam iç savaş öncesiydi, her yanda askerler tüfekle dolaşıyor. Güzel bir tarihi binanın fotoğrafını çekiyordum. Birden bir asker geldi, sert bir hareketle makinemi aldı. Filmi tam çıkarmak üzereydi, ‘Lütfen yapmayın,’ dedim. O zaman Fransızcama güvenemediğim için İngilizce konuşmuştum. ‘Sen İngilizsin değil mi?’ dedi yüzünü buruşturarak. Ben Türk olduğumu söyleyince hazırola geçip bir selam çaktı. Gülümseyerek: Anchante Madame!’ (Memnun oldum hanımefendi) diye elimi sıktı, fotoğraf makinemi da iade etti.
– O.İ: Meksika’nın ücra köşesinde bir kentte, bir ailenin evinde kalmıştım ben. Evin kızı İstanbul hayranıydı ama hiç gelmemiş İstanbul’a. Duvarında resimleri filan var ve hayatta en çok istediği şey İstanbul’a gelmekti. Çok şaşırmıştım.
– B.U: Ben 1979’da inter-rail ile yurtdışına çıktığımda, Avrupa’nın hiçbir yerine vize yoktu. Yıl 1980 oldu, Türkiye’de cunta ilan edildi, her ülke bize vize koydu. Bir yıl önce gittiğim her yer için gidip elçiliklere vize almak üzere neredeyse yalvarmam gerekiyordu. Çok incitici, aşağılayıcı bir dönem başlamıştı…
– O.İ: Benim bildiğim o dönemde Türk hükümeti, solcular yurtdışına kaçmasınlar diye ülkelerden vize konmasını istemiş.
– B.U: Bana hep şu deniyordu: ‘Ülkenizdeki askeri rejimi protesto ettiğimiz için Türkiye’ye vize koyduk’. Sanki rejimi ben istemişim, ben getirmişim gibi, bana ceza veriyorlar! Bu durum beni çok üzmüştü ve o zaman ‘Özgür müsün? Hayır Türküm’ diye bir makale yazıp, yayınlatmıştım Norveç’te.
Keşfettiğimiz yerleri belgelemeyi unutmadık
– Grubunuzda Türkiye’nin her yerinden insanlar var anladığım kadarıyla…
– Ö.S: Grubumuzda yaklaşık 247 kişi var. 20’nin üzerinde kişi yurtdışında yaşıyor. 81 ilin yaklaşık 30’unda üyemiz var. 100’ün üzerinde ülkeyi gezmiş bir sırtçantalı profili var yani. Sırtçantalıların geneline baktığımızda 100’ün üzerinde ülkenin gözlem birikimi var. Fotoğraflarıyla, videolarıyla…
– B.U: Ben bakıyorum, örneğin pasaport harçları üzerine çok ciddi politik tartışmalar da geçiyor grupta. Kültürel tartışmalar oluyor… Kadınlar da çok bu grupta.
– Ö.S: Sadece yurtdışı değil, yurtiçinde de geziyoruz çoğumuz. Amacımız keşfettiğimiz yerleri belgelemek. Belki ileride bu belgelerden yararlanıp bir kitap çıkarabilmek. Aklımızda başka şeyler de var. Dergilere, gazetelere yazı yazmak da istiyoruz. Çünkü gerçekten büyük bir zenginlik var bu grupta.