Malta, yaz tatili için planlar yaparken gözümüze ilişti. Bu küçük ada ülkesi, Maşrık ile Mağribin, Afrika ile de Avrupa’nın kesiştiği noktada, Batı’nın Doğu’ya açılan yerinde, adeta ‘Akdeniz’in kilidi‘ gibi duruyordu. Bize bu kadar yakın duran ama her nedense çok da fazla tanımadığımız bu ülkeyi keşfetmeye ve bir Malta rehberi hazırlamaya karar verdik. Ve masmavi bir Akdeniz gününde uçtuk Malta’ya.
Malta ve Gozo adlı iki büyük ve birkaç tane de küçük adadan üç adadan oluşan Malta ülkesinin nüfusu 413 bin, yüzölçümüyse toplam 316 km2. Malta Adası Gökçeada’dan, Gozo ise Bozcaada’dan biraz büyük. Küçücük bir ada ülkesi olmasına rağmen Malta yılda 1,5 milyona yakın turist ağırlıyor ve turizmden elde edilen kazanç ülkenin milli gelirinin %35’ini oluşturuyor. Tarihten güneş-kum-denize, ekolojik tarlalardan su sporlarına ve at safariye, turizmin her türlüsü var Malta’da…
Dili Fenikeliler’den, Dini Romalılar’dan
Malta, Avrupa Birliği’nin en yeni üyelerinden; 2004’te Avrupa Birliği’ne üye oldular, 2008’de de para birimlerini Malta Lirası’ndan Avro’ya çevirdiler. Henüz yedi yıllık “Avrupalı” olan Maltalılar aslında 7000 yıllık Akdenizli. Dünyanın birçok yerinde uygarlık dahi başlamamışken ve Akdeniz’de bugün var olan halkların birçoğu ortada dahi yokken, Sicilya üzerinden adaya ulaşan ilk Maltalılar bugün adada halen ayakta duran megalitik tapınakları inşa etti. M.Ö 3600 ila 2500 yılları arasında –yani Mısır’daki Keops Piramidi’nden 1000 yıl önce- inşa edilen bu tapınaklar bugün dünyada ayakta duran en eski taş yapı olma özelliğinde.
Malta’nın uzun süreli ilk sahibiyse Fenikeliler olur. Levant kıyılarından yola çıkıp Akdeniz’in dört bir yanında ticaret kolonileri kuran Fenikelilerin adaya ayak basmaları M.Ö 800 yılında gerçekleşir. 500 yıldan fazla adada kalan Fenikelilerin, Maltalılara bıraktığı miras ise bugün adada konuşulmakta olan Malta dili. Arapça, İbranice ve Aramca ile aynı dil ailesine mensup olan Malta dili aynı zamanda Latin harflerle yazılan tek semitik dil. Malta dilinde İtalyanca’dan ve Sicilya dilinden çok sayıda kelime de bulunuyor. Dolayısıyla bir Maltalının konuşmasına kulak verdiğinizde karşınızdakinin Arap aksanıyla İtalyanca konuştuğu hissine varırsınız. “Mrhaba” ile başlayan cümleler “grazi” ile bitiyor. Malta’da Fenikelilerden geriye kalan bir diğer miras ise, adanın kıyılarındaki balıkçı barınaklarını süsleyen rengarenk luzzu’lar, yani ahşap balıkçı kayıklar. Mavi-kırmızı-sarı renklerle boyanmış, uç tarafına da “Osiris’in gözleri”ni simgeleyen bir halka kondurulmuş luzzu’lar Malta’nın sembollerinden birisi.
Fenikeliler’den sonra Kartacalılar tarafından da kısa bir süre kontrol edilen Malta’da, M.Ö. 218 yılındaki Punik Savaşları’nın ardından uzun sürecek bir Roma hakimiyeti başlar. Denizci halk Fenikelilerin ahşap kayıklarını, alfabelerini ve dillerini Malta kıyılarına beraberinde getirdikleri gibi Romalılar da Malta’yı bir municipium, yani özgür kent ilan edip adanın tam orta yerinde bulunan bir yamaca şehirlerini inşa ederler. Bugünkü Mdina’nın bulunduğu yere büyük bir kalenin yanı sıra evler, hamamlar, çeşmeler yaparlar. Zeytin ağaçları dikip, tahıl ekerler; üzüm yetiştirirler.
Romalıların Malta’da bıraktığı en önemli miras ise din. Malta’nın Hıristiyanlıkla tanışması M.S. 60 yılında ilginç bir olay sayesinde olur. Roma’da mahkeme önüne çıkarılmak üzere Caesera’dan ayrılan bir gemi dolusu tutsağın içerisinde Aziz Paul de vardır. Gemi, Malta’nın güney sahillerinde –bugün St. Paul’s Bay adlı koy- kayalara çarparak batar. Batan gemiden yüzerek kurtulan Aziz Paul, Maltalıları Hıristiyanlıkla tanıştırır.
Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395 yılında ikiye ayrılmasının ardından uzun bir süre sessizliğe gömülen Malta’nın Ortaçağ’daki hakimleri sırasıyla Araplar, Normanlar ve İspanyollar olur. 1522 yılında Osmanlı sultanı Kanuni Sultan Süleyman Rodos’u fethedince buradan sürülen St. John şovalyelerinin yeni sığınağı Malta olur. Ancak Kanuni durmaz ve gözünü Malta Adası’na diker. Çünkü Malta fethedilirse “Akdeniz’in kilidi” açılmış olacak ve Osmanlıların Batı Akdeniz’e yayılmasının önünde bir engel kalmayacaktır. 1565 yazında emrindeki 30 bin askerle adayı kuşatan Turgut Reis, 700 şövalye ve 8 bin Maltalı’dan oluşan savunmayı aşamaz. Dört ay süren Malta kuşatması binlerce Osmanlı askeriyle Turgut Reis’in canına mal olur. Osmanlıların mağlup edildiği gün olan 8 Eylül Malta tarihinin dönüm noktalarından biri olur. Kuşatmanın yıldönümü Malta’da her sene “Zafer Günü” olarak kutlanıyor.
Malta’nın eklektik tarihine ve kültürüne Fenikeliler, Romalılar, Araplar kadar katkıda bulunan bir diğer milletse İngilizler. 1814 yılında Britanya İmparatorluğu’nun hakimiyetine giren Malta 1964’e kadar tam 150 yıl boyunca yarı-özerk bir İngiliz sömürgesi olarak kalır. Bu dönemde de ‘kilit ülke’ olarak önemini korur. Süveyş Kanalı’nın açılmasının ardından Hindistan’a giden İngiliz gemileri için önemli bir ikmal üssü olan bu küçük ada, Birinci Dünya Savaşı sırasında 25 bin yataklı hastanesiyle adeta “Akdeniz’in hemşiresi” olur. 1883’te Valletta ile Mdina arasında İngilizlerin inşa ettiği demiryolu bugün mevcut değil, ancak İngiliz sömürge yönetiminden geriye kalanlar azımsanmayacak düzeyde.
Malta’da 7’den 70’e kadın-erkek, genç-yaşlı herkes akıcı bir biçimde İngilizce konuşuyor. İngilizce dil okulları her yıl binlerce Avrupalı öğrenciyi Malta’ya çekiyor. Malta’da da trafik tıpkı İngiltere’deki soldan akıyor. Caddeleri 1950, 60 ve 70’lerin “vintage” arabaları süslüyor; Leyland ve Bedford marka sarı otobüsler halen Malta yollarını arşınlıyor. Yerel futbol takımları İngiltere’dekiler gibi adlarının sonuna “United”, “Hotspur”, “Rangers”, “Rovers” gibi unvanlar ekliyorlar. Bugün artık İngiltere’de bile kolay kolay görülmeyen sokak mobilyaları ve süslemeleri Malta’da halen var. Polis karakolları önündeki mavi sokak lambaları, kırmızı telefon kulübeleri ve posta kutuları… Malta’da kahvaltınız İngiliz usulü sosis, yumurta ve jambonla geliyor. Ve tabii ki de çaydanlık dolusu çay masanızda.
Valletta: Türk Korkusuyla İnşa Edilen Başkent
1565 yılındaki Malta Kuşatması’nda Türkleri geri püskürterek Malta’nın iki asır daha şövalyelerin hakimiyetinde kalmasını sağlayan komutan Senyör Jean Parisot de la Valette’nin adıysa bugün başkent Valletta’da yaşıyor. Sadece 7 bin nüfusuyla, Avrupa’nın en küçük başkenti Valetta. Taş çatlasa bir kilometrelik ince uzun bir yarımadaya sıkışmış Valletta’nın Ortaçağ’dan kalma görüntüsü insanı büyülüyor. Fethedilmesi güç bir kale ve onu sarmalayan, pastel renkli Malta taşından yapılma evlerin, kiliselerin, hastanelerin, surların ve hendeklerin bir tablo gibi yarattığı Valletta 1980’den bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesi içerisinde bulunuyor.
Valletta’da çoğu St. John şövalyeleri tarafından inşa edilen ve tarihi 16. yüzyıla kadar uzanan barok binalar arasında en çok göze çarpanı şüphesiz St. John Katedrali. 1573 ila 1578 yılları arasında St. John şövalyelerinin ana ibadet mekanı olarak inşa edilen kilisenin içerisi Barok mimarinin en güzel örnekleriyle dolu. Hemen hemen her duvar, sütun, kolon ve niş süslemelerle kaplanmış. Yerler siyah, beyaz, mavi, kırmızı, pembe ve sarı mermerlere, tavan ise ressam Mattia Preti’nin resimleriyle bezeli. Kilisenin atlar kısmınıysa devasa bir İsa heykeli ve yine Preti’ye ait “St John Cennette” tablosu süslüyor. Bir parantez açıp Malta’da dinin öneminden de bahsedelim. Maltalılar, dünyadaki en eski Hıristiyan topluluklardan birisi. Roma’nın ve St. John şövalyelerinin etkisi sayesinde Maltalılar Katolikliğe sıkı sıkıya bağlılar. Bugün %98’i Katolik olan Malta’da 359 adet aktif Katolik kilisesi ve onlarca küçük cemaat bulunuyor. Uzun yıllar Avrupa’da boşanmaya izin vermeyen tek ülke olan Malta’da boşanma yasal hale getirilmesiyse henüz üç ay önce gerçekleşti.
Valletta’nın silüetine St. John Katedrali kadar hakim bir diğer sembol ise Valletta’yı çevreleyen surlar. “Büyük Kuşatma”yla beraber sadece beş yıl içerisinde inşası tamamlanan Valletta surlarının ve akabinde Valletta’nın siluetini süsleyen diğer yapıların ortaya çıkmasında Ortaçağ Avrupası’ndaki “Türk korkusu”nun etkili olduğunu söylesek yanlış olmaz.
Eğlence St.Julian’s ve Paceville, dinginlik ise Gozo’da
Malta küçük bir ülke ancak çok farklı tatil alternatiflerini bir arada sunuyor. Örneğin, Malta’nın kuzey kıyısında yer alan Sliemma, St. Julian’s ve Paceville koylarında ne tarihi eserler ne müzeler ne de gösterişli kiliseler var. Valletta’daki barok hayatın sadece birkaç kilometre ilerisinde bulunan bu koylarda hayat çok farklı biçimde akıyor. Bu bölgede, her geçen yıl yeni ‘resort’lar yükseliyor. Uzun sahil kordonuna turistler akın ediyor, gösterişli kafeleri, ‘pub’ları, gece kulüplerini ve ‘beach’leri gençler dolduruyor. Dozu yüksek eğlenceler, kutlamalar ve partiler sabahlara kadar sürüyor. Malta’daki ‘dil okulu turizmi’nin merkezi de Sliemma-St. Julian’s-Paceville üçgeni. Her sene binlerce öğrenci, hem İngilizce öğrenmek hem de bu ‘açık hava diskosu’nun tadını çıkarmak için soluğu Malta dil okulları‘nda alıyor.
Malta’nın kuzey kıyılarındaki bu hareketliliğin aksine Gozo’da son derece sakin bir hayat hüküm sürüyor. Malta Adası’nın üçte biri büyüklüğündeki Gozo’da, Malta Adası’ndaki nüfusun onda biri oranında insan yaşıyor. Gozo’nun nüfusu toplam 30 bin kişi. El değmemiş doğası, yürüyüş parkurları, sahipsiz koyları ve kumsallarıyla Gozo’da, Malta’ya kitle turizminin henüz uğramadığı yılların havasını solumak mümkün. Malta Adası’ndan birkaç kilometrelik bir kanalla ayrılan Gozo’ya gece geç saatlere kadar çalışan bir feribotla yarım saatte geçilebiliyor. Gozo’nun merkezi olan ve adını İngiliz Kraliçesi II. Victoria’dan alan Victoria kentiyse adanın tam ortasında yer alıyor. Gozo Adası’nın kıyı kasabalarındaki salaş balık lokantalarındaysa Malta’daki en lezzetli deniz mahsullerini, Gozo’nun ekolojik çiftliklerinde üretilen meşhur şarap eşliğinde tatmak mümkün.
Malta’da yaşanacaklar elbette bu Malta rehberi içinde anlatılanlarla sınırlı değil. En iyisi siz de bir fırsatta bu şirin Akdeniz ülkesine giderek Valletta’nın inişli çıkışlı sokaklarını, Gozo’nun kristal sularını, Marsaxlokk’un rengârenk kayıklarını ve daha nicesini kendiniz keşfedin.