Dünyanın en popüler kadınının kim olduğunu biliyor musunuz? İstatiksel olarak dünyanın en popüler kadını Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa. Kendisini görmeye yılda yaklaşık 8.8 milyon kişi geliyor. Evet, Paris’teki Louvre Müzesi verilerine göre, son yıllarda en fazla ziyaret edilen müze olma özelliğini sürekli elinde tutuyor. Peki ‘dünyanın en büyük müzesi neresi?‘ biliyor musunuz?
Popülerlik sıralamasında ikincilik ve üçüncülüğü Amerika’nın başkenti Washington DC şehrinde yer alan Smithsonian Müzeleri alıyor.
İçerisinde Wright Kardeşler’in orjinal uçağından, İkinci Dünya Savaşı sırasında pilotların kıyafetlerine; Amerika’nın aya gönderdiği uzay aracı Lunar Lander’a kadar pek çok ilginç eserin sergilendiği Havacılık ve Uzay Müzesi yılda yaklaşık 8.3 milyon kişiyi ağırlıyor.
Bünyesinde 200 bilim adamının çalıştığı, dünyada doğa tarihi ve kültürleri alanında en fazla sayıda uzmanın bir arada bulunduğu tek yer olma özelliğine sahip Doğa Tarihi Müzesi, yılda 6.8 milyon kişiye ev sahipliği yaparak dünyanın en fazla ziyaret edilen üçüncü müzesi oluyor.
Toplamda yılda yaklaşık 30 milyon ziyaretçi sayısı ile dünyanın en büyük müzesi ve araştırma kompleksi ise Smithsonian.
The Smithsonian Castle
Smithsonian’ın doğuş hikayesi
1800’lü yıllarda varlıklı bir İngiliz ailesinin üvey çocuğu hayatı boyunca bütün dünyayı dolaşıyor. Neredeyse ayak basmadığı tek yer Amerika kalıyor. Daha sonra ilginç ve beklenmedik bir kararla, James Smithson adındaki bu kişi, servetinin çok büyük bir bölümünü; yarım milyon ABD Dolarını Amerika’ya bağışlıyor. O dönem, bu miktar Amerikan toplam federal bütçesinin 1/66’sını oluşturuyor. Smithson’ın bunu neden yaptığı hiç bir zaman tam olarak anlaşılamıyor. Kimilerine göre, babasının mirasını reddetmek amacıyla; kimilerine göre Amerika’nın demokrasi tecrübesinden çok ilham aldığı için bu derece yüklü bir bağışta bulunuyor.
Smithson tarafından Amerika’ya bağışlanan bu paranın nasıl kullanılacağı konusu da yıllarca süren bir tartışmaya dönüşüyor. Amerikalı siyasetçiler bu ilginç ve beklenmedik jest karşısında ne yapacakları konusunda uzun süre kararsız kalıyorlar. Hatta birçok siyasetçi, eski sömürge gücü İngiltere’den gelen bu paranın reddedilmesi gerektiğini savunuyor.
Nihayet 1846 yılında bu bağışla Smithsonian Enstitüsü‘nün kurulmasına karar veriliyor. Amerika’nın başkenti Washington DC’de yer alan ve dünyanın en büyük müze ve araştırma kompleksi işte böylelikle hayat buluyor.
Smithsonian Air and Space Museum
Smithsonian Müzeleri masıl gezilmeli?
Smithsonian Enstitüsü tam 19 müzeden, 9 araştırma merkezinden ve 1 hayvanat bahçesinden oluşuyor. Yılda hemen hemen 30 milyon kişi bunları ziyaret ediyor. Sergilenen eser ve obje sayısı ise yaklaşık 140 milyon.
Washington DC’yi yılın hangi döneminde ziyaret ederseniz edin, Lincoln Anıtı’ndan, ABD Kongre binası Capitol Hill’e kadar uzanan, sağlı sollu müzelerle çevrili olan ve The National Mall olarak adlandırılan şehrin kalbinin her daim turistlerle dolu olduğunu göreceksiniz.
Bu kadar çok sayıda ve görmeye değer müzeden optimum sürede en fazla şekilde istifade edebilmek için bazı ipuçları:
Geziye ilk olarak Amerikan Tarihi Müzesi’nden başlayın. Bu müzede Micheal Jackson’ın şapkasından, 1948-1952 yılları arasında Beyaz Saray’ın renovasyonu sırasında çıkarılan bir tuğlaya; Başkan Bill Clinton’ın saksafonundan, bugüne kadar bütün first ladylerin göreve başlama töreninde giydikleri elbiselere kadar hem yakın hem uzak tarihe ait pek çok obje sergileniyor.
Müzenin özelliği, Amerikan tarihini basitleştirilmiş bir biçimde anlatması ve de bir popüler tarih müzesi olması.
Smithsonian’ın rehberleri eşliğinde müzeyi gezmek en yararlısı. Gün içerisinde belli aralıklarla düzenlenen rehberli turlara katıldığınız takdirde, müzeden daha ayrıntılı bilgilerle ayrılıyorsunuz. Örneğin, Amerikan Başkanlarına ayrılmış bölümde suikast sonucu hayatını kaybeden Abraham Lincoln’ün hikayesinden, sağlık ve tıp bölümünde bir insana yerleştirilen AbioCor’a; ilk elektro-hidrolik kalbe kadar çeşitli alanlardaki değişik bilgiye sahip olabiliyorsunuz.
Müzenin giriş katındaki Julia Child’ın mutfağı ziyaretçiler arasında en çok ilgi çeken bölümlerden. Julia Child Amerikan kültüründe önemli bir yere sahip. “Mastering the Art of French Cooking” kitabının yazarı olan Child, ilk kez televizyondaki yemek programıyla Amerikalılara Fransız yemeklerini anlatan kişi. Julia Child’ın bütün mutfağı tamamen müzeye bağışlanmış.
Amerikan Tarihi Müzesi, canlı, interaktif ortamı ve aktiviteleriyle yetişkinler kadar çocuklara da hitap ediyor. Aslında Amerika kadar kısa bir tarihe sahip bir ülkenin bu müzesini gezince bir şeye sahip olmaktan çok, onu korumak ve iyi saklayabilmenin daha önemli olduğunun bilincine varıyorsunuz.
Doğa Tarihi Müzesi
Amerikan Tarihi Müzesi’nin hemen yanında, bir sonraki durağınız olabilecek ve Smithsonianlar arasındaki ikinci en popüler olan Doğa Tarihi Müzesi var. Müzede 200 bilim adamı çalışıyor. Smithsonianlardaki bir geleneği yıkarak politik bir bakış sergiliyor: Yaradılış teorisini savunanlara karşı, Darwin ve evrim teorisine ilişkin sergilemelere ağırlık veriyor.
Doğa Tarihi Müzesi özellikle çocukların çok ilgisini çekiyor. Yine müzedeki ayrı bir bölüm olan ve ücret karşılığı girilen Butterfly Garden-Kelebek Bahçesi de envai çeşit kelebeği bir arada görebilmek ve onlara dokunabilmek için güzel bir tecrübe.
Doğa Tarihi Müzesi
Havacılık ve Uzay Müzesi
Smithsonianlar arasında –yıllık ziyaretçi istatistiklerine göre- en popüler müze Havacılık ve Uzay Müzesi. İçerisinde Wright Kardeşler’in orijinal uçağından, İkinci Dünya Savaşı sırasında pilotların kıyafetlerine; Amerika’nın aya gönderdiği uzay aracı Lunar Lander’a kadar pek çok ilginç eser sergileniyor.
İçinde ayrıca, gün boyu dönüşümlü şekilde film gösteren bir IMAX sineması bulunuyor. Müzeye bağlı olan ve Dulles Havaalanı’na yakın bir de gözlem merkezi var. Bu gözlem merkezine ana müzeden gün içinde belirli saatlerde servisler kalkıyor. Bir çok uçağın sergilendiği bu merkezin gözetleme kulesine çıkıp Washington Uluslararası Havalimanına iniş ve kalkış yapan uçakları izleyebiliyorsunuz.
Eğer denemek isterseniz, astronot dondurması (uzayda astronotların yediği ve tadı gerçekten çok kötü olan) müzenin hediyelik eşya dükkanında en çok ilgi görenlerden.
Sanat Müzesi
Zorlarsanız aynı güne sığdırabileceğiniz ama en az iki saat ayrılmasını tavsiye edeceğim yerlerden biri de National Gallery of Art, Ulusal Sanat Galerisi.
Galeriyi gezenlere defalarca eşlik etmiş ve bu sayede de detaylı şekilde gezmiş biri olarak, en etkin gezi yöntemi olarak girişte galeri planını alarak, önce o plan üzerinde çalışmak ve görmek istediğiniz yüzyılı ve eserleri tespit etmek olduğunu söyleyebilirim.
Galeri yılda yaklaşık 5 milyon ziyaretçi alıyor. Dünyanın en çok ziyaret edilen müzeleri arasında dokuzuncu sırada. 1937 yılında, finansçı Andrew W. Mellon ölümünden önce, geniş sanat koleksiyonunu ABD vatandaşlarının yararı için kullanmayı ve bunun için bir galeri kurmayı taahhüt ediyor. 1941 yılında müzenin açılmasının ardından da galeri hem büyük ustaların eserleriyle hem de sergilerle yıllar içinde büyüyor. Örneğin Designing the Lincoln Memorial – Lincoln Anıtı’nın Tasarlanması hakkındaki sergi 2.9 milyon ziyaretçi sayısına ulaşarak 2010 yılındaki en popüler sanat sergisi olmuş.
Müzenin sahip olduğu 109 bin eser var ancak bunların sadece az bir kısmı aynı anda sergileniyor. Galerinin Pazar akşamları bahçesinde düzenlenen konserler çok revaçta. Ziyaretinizi öğleden sonraya denk getirerek, ardından da bu konseri izlemek gayet keyifli olabilir.
Galeride 4-5 tane bulunan iki boyutlu resimleri de (resimdeki portrenin izleyiciyi takip etmesi-portrait illusion) görmenizi öneririm.
Sanat Müzesi
“Ücretsiz” Sanat
Smithsonian Enstitüsü’nün müzelerine giriş ücretsiz. Müzelerin ücretsiz olması da, her müzeyi defalarca ve detaylı şekilde gezebilmenizi olanaklı kılıyor.
Bu kadar masraflı bir Enstitü’nün en azından giderlerinin bir bölümünün karşılanması ve vergi mükelleflerinin üzerinden yükün alınabilmesi için müzelerin paralı hâle getirilmesi sık sık gündeme geliyor. Hatta yine geçtiğimiz dönemlerde, Obama’nın bütçe komisyonu tarafından müzeye girişin kişi başı 7.50 Dolar olması önerildi ancak tasarı bir kez daha reddedildi.
Amerika deyince zihnimizde ilk anda, New York’un devasa gökdelenleri ve Times Square’deki neon ışıklı tabelalar canlanır. Buna karşılık, Washington DC daha mütevazı boyuttaki, ancak gösterişli binalarıyla Amerika’nın dinamizmini değil, olduğundan daha uzun ve kapsamlı gösterilmek istenen tarihini temsil ediyor. İşte bundan 165 yıl önce hayatında ABD’ye ayak basmamış bir İngiliz’in bağışladığı yarım milyon ABD dolarıyla kurulan Smithsonian Enstitüsü’nün bugün ulaştığı nokta Amerikalıların kısa zamanda büyük işler başarma ve bir şekilde tarihte iz bırakma azmini ortaya koyuyor.